14 Aralık 2016 Çarşamba

Merhaba, nasılsınızlar efenimiz?

Herşeyden yakınmadan önce bloguma merhaba demek istiyorum.
Merhaba.

Yazacak pek bir şey yok. Hayatım kendimi içten dışa uyuşturma uğraşlarımla geçiyor, her zamanki gibi. Kendime olan güvenimi sanırım kaybettim, ama bu güven iyi bir insan olduğuma dair bir güvendi. Yani sandığım kadar melek değilim, artık sadece kendime bok atmak için bok atmıyorum; hatta bu bok atma durumu beni sıkıntıya sokuyor çünkü hayatta bir bok böceğinin yuvarladığı bok kadar pürüzsüz bir duruşum bile yok.

Üniversite iğrenç bir yer. En azından benimki öyle yani.

Üniversitede bir hoca tarafından kenara çekildim, binde bir rastlanan bir olayın maduruyum. OKB'ler ve aşağılık kompleksli insanlar sanırsam bana karşı bir çekim hissediyor. Yıllar içinde yanar döner kişiliklerine ve her şeyi histerik şakalara vururken gözlerinden lağım suları saçarak karşısındakileri aşağılamalarına alıştım, artık öyle tiplerin bombardımanı altında kaldığımda morarmıyorum. Her neyse, kısacası patavatsız bir mal sayesinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirip olayı noktaladım, ama artık bu iş gerçekten sıktı.
Kimsenin nazını çekmek istemiyorum.
Muhatap olduğum insanların yaşına başına bakıp suratlarına tüküresim geliyor.

Dünya iyice bok yoluna girdi, ben de uzaktan izleyip bön bön bakıyorum işte.
Herkes kendi küçük aptal dünyasıyla meşgul ne de olsa.

Bu kadar sanırım, pek bir şey yazasım da yok.

6 Ekim 2016 Perşembe

Öeh

Hayattan kaçayım derken saçma salak şeylere takılıyorum, zaten boşa geçen bir hayatı azimle kazma ve kürek yardımıyla boşaltıyorum. Herkes benden değişmemi ve daha "uyumlu" bir insan olmamı bekliyor ama tüm bu istekler boşuna. :))))

Valla bana sorarsanız; kıçımı ayırsam bile kendimden nefret ediyorum, istediğiniz insan olup da yürüyen intihar mektubuna dönüşemem.

Hala insanların varoluşlarını sürdürdükleri sefil durumlarda kendilerinden nasıl tiksinmediklerini anlamaya çalışıyorum. Her yeni tanıştığım insan iyi huylu muamelesi yaptığım kötü huylu tümörler gibi. Nasıl olsa düzelmeyecekler, yapabileceğim en güzel şey onları geçiştirmek.

Bir şeyler için uğraşmam gerekmesi sinir bozucu.
Üzerinden parazit hayatı sürdürdüğüm kaynakları kaybetme korkusuyla yaşıyorum.
Yaşamak ya da ölmek kararında olduğu sürece benim için farksız. İkisinin arasında kalmaksa cehennem gibi.

23 Eylül 2016 Cuma

????

Hala neden ısrarla blog yazdığımı anladığım gün sanırım insanlığın doğasını çözmeye bir adım daha yaklaşmış olacağım. Çünkü ne yeni bir şey söylüyorum, ne de beynimi kullanıyorum artık yazarken.

Hala kitap okuyamıyorum, kitap okumak bana haram oldu. Doğru kitabı mı bulamıyorum yoksa her şeyin özündeki bayağılık ve tekdüzelik artık içimi mi bunaltıyor anlayamadım. Geçen yıl topu topu 5 kitap okudum, 3 kitabı yarım bıraktım; ondan önceki yıldansa hala 2-3 kitap onları okumaya devam etmemi bekliyor. (Hatta 2014 mirası kitaplardan birini kaybetmiş olabilirim.)

Okulun ilk haftası, hatta ilk günü okul yolunda köpeklerin saldırısına uğradım. 3 adet köpek üzerime çullandı, biri bacağımı kemirdi diğerleri de arkadaşlarına destek verip vermeme konusunda biraz kararsız kalıp tepki veremedi. Şu blogdan geçmiş 4-5 yıl içinde edinebileceğiniz tek bir yararlı bilgi varsa bilin ki onu şu an duyuruyorum: Hayvanlar size sebepsizce saldırırsa tepki vermeyin, hareket etmeyin. Korktukları için saldırıyorlardır, çırpınıp karşılık vermeniz hatta kaçmanız hastanelik olmanızla sonuçlanabilir. (Köpeğin kemirdiği bacağım morardı ve evde dakikada bir bacağımı açıp 'Savaş yarama bakın!' diye bağırıyorum.)
Ben bu olayı kısaca geçen yıl köpek saldırısına uğrayıp ölümden dönen arkadaşımın Ankara'yı kazanmasına yoruyorum. Saltanatını bana devretti, yeni köpek kurbanı benim. (Kızın köpek saldırısı hikayesini anlatırken her seferinde gülmekten ağlamaya başlıyorum. (Diyorum ki çok güldüm götümde patladı işte.))

İlk hafta bir çok vukuat atlattım ama şu an hatırlayamıyorum. Sürekli bir şeyler geliyor başıma. Hayatımın bir yanı şans okyanusunda balinalık yaparken diğer yanı araba radyatörüne çarpıp orada ölen bir güvercin kadar bahtsız. (O güvercini de zaten 2 ay sonra fark etmiştik, hayvan o kadar bahtsızdı.)

Üniversite nasıl? Eeeehhhh, hazırlıktan daha iyi sanırım. Zorla sokulup tıkıştırıldığınız SICAK (daha çok VICIK) bir sınıf ortamı yok. Eğer hayatımı hayal ettiğim düzende sürdürebilirsem çok bir sorun yaşayacağımı ya da dellenip millete kafa atacağımı sanmıyorum. Ama aynı düzende devam edebilir miyim ondan da emin değilim. Ders programı yüzünden çektiğim rezillikleri geride bırakırsak zaten sorumlu olduğum çok ders yok, neredeyse boş olan günlerim var, kalabileceğim bir ev var. Yurttan daha ilk yıl tereyağından kıl çeker gibi kurtulduğum için gerçekten ballı olduğumu düşünüyorum. (O şans denizindeki balina buraya gönderme yapıyor.)

Annemler notlarını yüksek tutarsan istediğin okula geçersin diyorlar ama ben biraz 'eeeeaaaahh'layarak karşılık veriyorum onlara. (Zaten sadece laf olsun diye dediklerini de biliyorum.) Eski arkadaşlarım sağolsun ODTÜ ortamının bana göre olmadığını aşağı yukarı biliyorum(becerip yatay geçiş yapabileceğimden değil zaten onlar beni almazlar aga), ODTÜ'yü bırak 15 yaş üzeri ve 90 yaş altı hiç bir ortam bana göre değil.
Mezun olunca ASELSAN'a, ROKETSAN'a, TAI'ye falan girsem diye düşünüyorum. Sonra bok girersin diyorum. (Zaten annem gidip bu çocuk şuraya şuraya girmesin allam nolur diye dua eder adım gibi biliyorum ben malımı.)

Keşke köpek eğitmeni olabilsem.
Çünkü benden bir bok olmayacağını kabul etmeyecek, algılayamayacak tek varlık ancak bir köpek olabilir.

15 Eylül 2016 Perşembe

Willkommen in der Overlok Makinesi

Kendimi rezil etmek üzerine içten yanmalı bir düzeneğim var, işleyişini az çok algılasam da amacını bir türlü idrak edemiyorum.

Kendimi zorlayarak bazı arkadaşlıklar yürütüyorum. Geçmişimde bana kamyon gibi çarpan weeaboo arkadaşlığından, o tomodachi ruhundan hala kurtulabilmiş değilim. En çok zevk aldığım arkadaşlık türü ortalıkta gezip tozup yiyip içtiğim arkadaşlık türleri (kötü gün dostu aramıyorum kısacası) olmasına karşın gökten zembille kafama weeaboo iniyor, aman yarabbim!

Eskiden derin konuşmalarımın bir yönü yolu yordamı vardı. Şu sıralar ya aptallaştım ya aynı şeyleri sayıp durmaktan kafam yalama yaptı ya da kültür karmaşasını içselleştirdim. (Doğru cevap c seçeneği.)

Tumblr'ı bıraktığımdan beri adeta akciğer kanserinden kurtulmuş ve sonunda ciğerlerime temiz hava çekebilmiş gibi hissediyorum. (Artık ciddi ciddi o blogu artblog yaptım. Resim çizme aralığım da düşünülürse kısacası tumblr blogum ölü şu an.)

Tembelim.

Gün be gün melek muamelesi yaptığım kendimin aslında ne büyük bir kaka ne büyük bir öğk olduğunu farkediyorum.

Nefret ve lanet ederken sınıflandırma yapmaktan hoşlanmıyorum. İnsanları ve insanlığı tümüyle kabullenerek nefret etmeyi, asla ayrımcılık yapmamayı ve tüm kalbimizle küfretmeyi artık literatüre geçirmeyi öneriyorum.
Erkekti, kadındı, katildi, sapıktı diye ayırmak her şeyden öte karmaşaya ve tutarsızlıklara sebep oluyor.
Nefret her şeyi kapsayabilir ve kucaklayabilir!

NEFRETİ YAYALIM

8 Eylül 2016 Perşembe

Bi bok yok işte

Bana yapılan haksızlıkların benim suçum sayıldığı bir hayatı yaşamaktan sıkıldım.
Bu mantığı kuranları tebrik ediyorum, evet hep ben suçluyum: Sizin hayatınızı da kendi hayatımı da ben bok ediyorum. Elimde olmayan şeyleri bilerek ben yapıyorum. Aman asla tartışmada haksız çıkmayın, haksız çıkarsanız siz ölebilirsiniz ama ben ölmem!

Şu günlere şahit olacağıma, böyle bok gibi biri olacağıma keşke erken yaşta ölüp gitseydim.
Olduğum insana bakınca içim bulanıyor, tiksiniyorum, kendimi kalıplaşmış stereotiplere benzetip sonradan benim hayatımın baştan sıçık olduğunu ve herhangi bir stereotipe koymama gerek kalmadığını, medyada o kadar kötümser bir şey bulamayacağımı farkediyorum.

Gerçekten keşke erkenden ölseydim, bu kadar iğrenç şeylere tanık olmak zorunda kalmaz, bu kadar aptal ve mide bulandırıcı çarpışık insanlarla tanışmazdım.

Yakındıkça başına daha kötüsü gelir ya, artık başıma neler gelir bilemiyorum; savaş mı çıkar evden mi atılırım yoksa evden mi kaçarım bir bok bilmiyorum. Muhtemelen buna da layığımdır!

Çaresizliğin kaçıncı evresindeyim bilmiyorum ama kendimi ifade edebildiğim tek duygu öfke.
Sinirden kudurmazsam, bağırarak konuşmazsam, duvarlara vurmazsam kimse beni dinlemiyor. Aferin, ne kadar güzel eğitmişsiniz beni. Değerimi ancak şiddetle elde edebiliyorum, kimsenin kıçına takması gereken saygı duyması gereken bir insan değilim. Hatta insanlığım bile tartışılır.

Bok bile toprakta çözünüp bir şeye yarıyor, ben onu yapmayı bırak toprağa karışmak için ölmeyi bile beceremiyorum.
Öleyim de kurtulun ne olursunuz, en azından değerim artar.

Ama cnm svdiklerni düşşŞhünn!!!!111
Bıktım şunu duymaktan da, herkes o hormonu hissettiğine kendini inandırabilecek kadar aptal değil kusura bakmayın. Olmuyor yani.

11 Ağustos 2016 Perşembe

Darcy Rox

Şu an kafamda sözlerini bilmememe rağmen Serdar Ortaç - Gıybet çalması gerçekten ikonik. Şarkılarla aram her zamanki gibi bok olsa da bilinçaltım beni fitil etmek için elinden gelen hiçbir şeyi ardına koymuyor.

İnsanın kendi içinde birilerini kınaması ve nefret etmesi bunu dedikodu yapar mı? Ne zaman böyle yapsam sürekli dedikodu yaptığımı düşünüyorum. Dedikoduya karşı olan tavrım da düşünülürse gerçekten de kendimde değilmişim gibi hissediyorum. Gerçi soru sormayı bırakmalıyım, çünkü aslında cevap falan aramıyorum.

Sorunlarımdan kaçmayı, sorunlarımdan kurtulma yolu olarak kullanmam çok aptalca ve yararsız ama gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum. Ne zaman kendimi moralman yukarı çekmeye çalışsam kendimi manasız ve amaçsız şeylerle uğraşırken buluyorum. Geleceğimi düşünmek desem, zaten düşünemiyorum düşünmeye çalışsam da yaşamsal fonksiyonlarımı yitiriyorum.

Gerçekten uzun süre görmezden gelmeye çalıştım, yani ne var ki sonuçta, en kötü ihtimalleri hayatımın ipliğine dizsem bile kısa bir zamanda öleceğim zaten dünyanın ömrüne kıyaslarsak. Hayatım ben onu ne kadar elden geçirip bilersem o kadar işe yarar olabilir diye düşünsem de, benim kendimi geliştirme konusunda bok yolunda yuvarlanmaktan öte bir girişimim yok. O yüzden hayatımın çok değerli olduğunu da iddia edemiyorum. Yani gelip gitmek için varım, bunu kabullendim ama hala hayat bana çok büyük geliyor. Hatta yükü altında eziliyorum.

Yaşıtlarımın davranışları hayat tarzları içimde tiksinti uyandırıyor. Ellerinde olan fırsatları yazıcıyla taratıp kendilerine yeni etiketler yaratmaları ve içlerinde bir kast sistemi oluşturup etrafındakileri aşağılamaları zoruma gidiyor. İnsanlığa önem vermiyorlar, insan canına önem vermiyorlar. Liberalliği kaymak tabakaya taşınmak zannedip kendilerini uygar ve yetkin görüyorlar. Benden daha üstünler! Senden daha üstünler! Hepimizden daha üstünler!

Onlara bakınca gençliğimi yanlış uçta yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Coşku ve ego yerine hayal kırıklığı ve umutsuzluk etrafımı sarıyor. Ömrüm boyunca vasattan tiksinip, vasat olmaktan korktuktan sonra insanlar kaya kadar vasıfsız beyinlerini sırtlanıp zirveye tırmanırken, ben kafamdaki elmas bloğunun üzerine sıçıyorum ancak.

En aptal kişinin bile insan canının insanların elindeki en büyük hazine olduğunu anlayacak kadar zekası vardır diye düşünüyordum ama gerçekler ne yazık ki bunun aksini gösteriyor.

Her alanda yetkin biri olmak istiyorum ama elimde bunun yanına yaklaşabilen bir olanak bile yok. Yetkinleşebildiğim tek alan insan doğası ve açıkçası ben bu alandan gerçekten yoruldum. Gün geçtikte beynim bilgi akışını daha çok reddediyor, gördüklerine duyduklarına şahit olduklarına inanmak istemiyor. Yoruldum, yoruldum, ama önceden de söylediğim gibi yorulmak bir son değil.

Toplumun gözünde "gerekli" şeylere önem vermediğim veremediğim için mi böyleyim; yoksa bu herkesin yaşaması, deneyimlemesi gereken bir yol mu bilmiyorum ama ben bunu kaldıramıyorum. İnandıklarımın doğruluğunu biliyorum ama dünya üzerime öyle bir çullanıyor ki kafamda kanıtladığım şeylerin tekrar tekrar doğruluğunu sorguluyorum. Aynı adımı milyon kere atmaktan yoruldum, duvarlara yürümekten yoruldum, bıktım, usandım.
Çıkar yol yok.
Yol diye bir şey bile yok.
Umut etmek sinir bozucu ama bir gün belki potansiyelime yetişebilir, onu kullanabilirim diye umuyorum.
Ama tüm bu hayaller yüzümde patlayacak onu da biliyorum.

7 Ağustos 2016 Pazar

Çöker zağar

Bayağıdır hiç bir şey yazasım yok, hatta şu an hiç ama hiç yok ama bir şeyleri ertelemek için elimdeki en iyi seçenek bu.

Hayatımın içine ne kadar güzel ettiğimi geçmiş yıllarda uzun uzun anlattığıma göre bu konuları hiç bulaşmadan atlamak en güzeli.

İnsanların neden melek gibi olamayacağını anladım. Pervasızız, en planlı insan bile yapacaklarının gerçek sorumluluklarını yüklenmekten aciz.

Üniversite sınavları yüzünden girdiğim bunalımlarda "Hala hayatınıza devam edebiliyorsanız beni anlayamazsınız" gibisinden bir laf etmiştim. Artık kendimi de anlayamıyorum. İçim çürümüş demekki.

Bir yandan batırdıklarımı toplamaya çalışıyorum, bir yandan daha da batıyorum.

Gavur dediğim insanlardan daha gavurum.
Kendime karşı çok katıyım ama çok yumuşağım.

Çakma Batman kompleksimi aştım.

İlkokulda HOŞGÖRÜ HOŞGÖRÜ diye kafamızın etini yediklerini her sene tekrar tekrar kelimenin anlamını ezberlettiklerini hatırlıyorum.
Hoşgörü iyi bir şey değil.
Hoşgörü kusurları, yanlışları, bozulmaları kucaklamak demek. Hoşgörü benliğini kaybetmek, eriyip gitmek demek.
Farklılıklar hoşgörülmez, farklılıklara saygı gösterilir.
O yüzden hoşgörüyü şu an itibariyle hayatımın kanseri ilan etmiş bulunuyorum.

Yatakta kalmak ve yataktan çıkmak için büyük çaba harcıyorum her gün. Aklımı boşluktan çıkarabildiğim her an nimet gibi geliyor ama aslında cehennem oluyor. Dünya neden bu kadar battı diyince sürekli önceden aklıma gelenler geliyor.
Komik olacak ve belki de aptalca ama ne zaman bir şeyler düşünsem onunla alakalı şeyler oluyor gibi hissediyorum. (Aslında hissetmiyorum, cidden oluyor da.) Yani öngörmek gibi ya da sezmek ama tamamen aklıma gelmesinden ötürü.
Dünya başımıza yıkılacak gibi hissediyorum diyordum bir ara, bir ara da kuzenimin eskiden bana dedikleri aklıma geliyordu. Hepsi yuvarlanıp kafama çığ oldu düştü. Hepsinden bir felaket doğdu.

Uzun yaşamak istemiyorum, boş yaşamak istemiyorum.
Sürekli kanser olacak gibi hissediyorum, ya da kötü bir hastalığa yakalanıp sürünecekmişim gibi geliyor. Bazen hak ettiğimi düşünüyorum, bazense sadece geçmişim yok olsun istiyorum.
Asla yalnız olmadığım ve olamayacağım için insanlardan soyutlanmak kolay geliyor bazen, bazense gerçekten yalnız olduğumu düşünebilecek kadar aptal oluyorum.
Bu siteyi okuyan neredeyse hiç kimsenin gram Allah inancı yok onu da biliyorum (zaten genelde Rusya'dan botlar falan giriyor o da ayrı mesele) ama benim arkadaşlarım da çevrem de hep öyle olur zaten. Mal mıknatısı olmak tüm insanlara mahsus ama ben bir de onun üzerine gavur mıknatısıyım.

Hayattan daha ne kadar kaçabilirim, ne kadar her şeyi görmezden gelebilirim bilmiyorum. Sadece bana mahsus bir şey de değil, insanlık olarak nereye gidiyoruz bilmiyorum.

Annem sürekli istemiyorum diyip duruyorsun diyordu eskiden, bence benim en çok kullandığım kelime bilmiyorum.
Bilmiyorum.
Bilmiyorum.
Bilmiyorum.
Bir boku da bil lan.

8 Temmuz 2016 Cuma

TMI

Şu sıralar son 3 yıldaki halime kıyasla çok yazıyorum, olay biraz 2012 yazındaki halime vurdu. Gerçi en azından günde 3 yazı yazmıyorum. (Ne çene varmış o zamanlar be kardeşim.)


Yazamadığım ve yazmaya fiziksel olarak yeltenmediğim overwatch yazısı yüzünden vicdanım sızlıyor. Ama genel olarak şu an overwatchla ilgili yaşadığım şeyleri anlatayım.

Öncelikle tumblrda bir kıza(kız diye düşünüyorum en azından) dedim ki: "Vaov sen de mi oynuyorsun, oyunda birbirimizi ekleyelim mi? Hem, böyle arkadaşlı oynamak daha hoş olur!"
Kız bana 3 gün süren uzatmalı bir sohbetten sonra kullanıcı adını attı. (Kullanıcı adıyla eklenmiyor.) Ben de onunla eklenmiyor dedim, ondan sonra da cevap gelmedi. Rezalet sosyal becerim ve gün be gün düşen zekamla bile anlayabildim ki eleman benimle muhatap olmak istemiyor, o yüzden bu işin peşini bıraktım. (Sanıyorum ki insanlar beni sapık sanıyor, kız olduğumu ve romantik olarak onlarla ilgilenmediğimi hatta kimseyle ilgilenmediğimi belirtmek zorunda gibi hissediyorum sonra da aman bana ne deyip işime bakıyorum.)

Daha sonra dün rezalet oynamamın nedeninin etrafımdaki insanların da rezalet oynaması olduğunu farkettim (ayrıca wireless mouse biraz sorun yaratıyor) çünkü oyun sırasında yaptığımız toplama takımla üst üste 5-6 oyun kazandık (custom takımla o kadar kazanmak için takımda en azından bir tane +100 level falan olması gerek, yani imgansız), genel leş oynama becerimin aksine play of the game jeneriklerini tracerla bile kapmayı başardım, hepimiz çok mutluyduk; ama sonra karşı takımda yavaş yavaş hayvan gibi levelli insanlar belirdi, biz de haliyle kaybetmeye başladık ve sonunda da kaçınılmaz olarak dağıldık. Boyband gibi olduk biraz ama en azından yükselişteyken mutluyduk.

Daha sonra Ovıçvoç BoyBand team'den sürekli Mercy oynayan bir elemanla tekrar birleşip bayağı bir el oynadık. Bu eller sırasında elemanın kız olduğunu, alman olduğunu ve adının Jasmin olduğunu öğrendim. (Ayrıca Mercy'i kendine yakın hissediyormuş çünkü Mercy'e benziyormuş.(15 kere söyledi sanırım illallah ettim.)) Ama genel olarak anlaşamıyoruz çünkü İngilizcesi bayağı bir kötü. Bir de ben hala beni erkek ve sapık sanıyor diye korkuyorum. (AY EM TÖRKİŞ AY LAV DOUÇ GÖRLS MERİ Mİ)
Yahu bir de anlamadığım şey ingilizceyle almancanın basic kısımları aynı nasıl konuşamazsın la? Abi nasıl oluyor yahu NASIL???? (Heralde kız 12 yaşında falan, şu an halimden utandım kendimden 7 yaş küçük insanlarla oyun oynuyorum sanırım.)


Anarşist yanımı ortaya çıkarıp aile baskısından kaçtım. (!!!) Annemler bana sürekli bir seçeneğim varmış gibi davranıp sonra da istediklerini yaptırıyorlar. Bu sefer engin tembelliğimi kullanarak onlara karşı geldim. 3 gün evde tek başımayım. Evde su yok, muslukları lalayarak yaşıyorum (Allaha şükür Konya'nın suyu içilebilir kıvamda.), evden çıkmaya üşendiğim için pizza sipariş ettim dominosta 3 orta boyun tanesi 13-15 liraya geliyor. Herneyse onların da ikisini yedim. Daha önümde iki gün var. Dolapta da iki yumurta var. (Açlıktan ölmeme yeteneğimi aktive etmek zorunda kalabilirim.) Şimdiden insan müsveddesi gibi hissediyorum. Akşam kapının önüne çöp koymaktan bile acizim. (Unuttum, çünkü ben malım.)

Şu an o kadar salla paça yazıyorum ki hani yayınlayınca insanlar okusa utanç kaynağı ama salla.

Aile baskısı dediğim şey bu arada kuzenimin düğünü yani. Şehirler arası yol gitmeyi reddettim, annemler bana küfretti telefondan olay bu. (Zaten eşofman giyecektim düğünde kınada, gitmediğim iyi oldu, gitmek de istemiyorum zaten, düğünü napayım lan ben. Evlenmeyin kardeş, evlenmeyin. Olan çocuklara oluyor.)
[DipNot: Kuzenimin ömür boyu benimle konuşmama gibi bir ihtimali var ama ne yazık ki umursayamıyorum. Şu yaşıma kadar ha küstü ha küsecek diye yaşadıktan ve umursuyormuş taklidi yaptıktan sonra enerji stoklarımı sıfırladım. Baştan aşağı enerji krizindeyim, bünyeme enerji ithal etmek de çok pahalı azizim. Elden ne gelir?]

En yeni tespitlerim arasında musluk suyunun susuzluğu gidermediği var. Ya da benim susuzluğum bitmek tükenmek bilmiyor.

Ankara'ya döndüğümde arkadaşımla dönüyorum. Trende yan koltuğum mucizevi bir şekilde boşalmış ve kız benden bir hafta sonra bilet almasına rağmen yan yana oturmayı başaracağız.
Arkadaşım olarak görüp de "O bunu yapmaz, şu bunu yapmaz." diye yıllarca gözümü yumarak yaşadıktan sonra hani sanırım geride sadece bu kız kaldı güvendiğim. (Bu yılı insanların görmezden geldiğim yanlarını tekrar fark ettiğim, "o bunu yapmaz" dediğim kişilerin tam olarak da bunu yaptığı yıl ilan edebilirim resmi olarak.) Komik bir şekilde küçükken nefret ediyordum bizim eve gelmesinden, şu an neden nefret ettiğimi anlayamıyorum. Sanırım gerizekalıydım o sıralar. (Doğru cevap.) Her neyse, kız üstüste zor bir iki yıl geçirdi, açıkçası biraz mutlu olmasını istiyorum ama tescilli bir öküz olduğum için nasıl nereleri gezdirip de kızı mutlu edeyim bilmiyorum. Bir de gezerek mutlu mu olunur yahu? Yiyerek mutlu olunur, bir de saçmalayarak. Bir de ben mutlu değilim ki milleti mutlu edeyim????
Son görüşmemizde kızın kuşundan başka hiç bir halt hakkında sohbet etmeyi beceremeyip alık alık bakıştığımız için biraz emin olamıyorum eğlenebileceğimizden ama bu olayı bir şekilde halletmek zorundayım.

Daha ne yazayım bilemedim bulog.
Yaşlandım bea.

6 Temmuz 2016 Çarşamba

Çocuklar evde yorganları yedi

Tek eğlencem dondurma ve lokumdu, aldığım lokum fos çıktı ve şu an dondurma alacak bir yer yok.
(Lokum yapmayı becerememek nedir lan törkiş dilayt abi türkiyede yaşıyoruz napıyosunuz?)

Aile faciası çıkarmadım (henüz), katil içgüdülerimi kaşımın seğirmesiyle sınırladım. Şu dünyada bir kaşık suda boğmak istediğim insanlar ve suratına 103931 saat akıl mantık bağırmak istediğim insanlar var.
Ki hani ben de mantık abidesi değilim.
(Kuzenim de benden ama o milletin ağzına aktif olarak sıçıyor.)

Ablam yeni telefon aldıktan sonra bugün(dün???) bana 7 kilometre yürüttüğünü farkettim. Ben düne kadar yataktan çıkmıyordum, desdur bacım. (Sonra ninca niye ölüyor diyorsunuz, niye ölmesin?)

Ailem tarafından 98 yaşında olduğum tescillendi. Günlerce bacaklarım ağrıyor diye ortalarda yuvarlandım her sıcakta esmiyor esmiyor diye ağladım. Mezara hep dedeler nineler kadar yakındım ama artık bu toplumsal olarak kabul gören bir olgu.

Naruto bitmiyor bitirilmiyor ama ne zaman yeni filmi falan çıksa oturup izliyorum en azından olaylara özet geçiyorlar, bunu neden yapıyorum bilmiyorum. Sorunum ne pöröblemim ne benim.

Ovırvoç yazısı yazıyordum bir kaç gün önce, sonra taslağa bırakmışım. Ben öyle günlerce yazı yazan biri değilim, yaptığım iş bir oturuşta bitmiyorsa çöpe gitsin daha iyi, her neyse yazıyı sildim embesil gibi paracıklarıma ağlıyorum 3 paragraf zaten. Bir ara araya parayı sıkıştırmadan yazarım.

Qurtar bisi handa-qun
Yeni sezon animelerinden de bahsedip bu monologu kapatayım sevgisiz bulog; Berserk izlenilecek kıvamda bile değil, D. Gray Man yılların hatrı uğruna belki izlenir ki animasyonundan tut Allen'ın seiyuusuna hatta ilk bölüm modunda içine ettikleri story boarduna kadar hani bilemiyorum bence derdimi anlatabildim ama ben o kadar hatır tanıyan biri de değilim. Diyorum ki leşler ve ben aqlıorm.

Ne zamandan beri böyleyim bilmiyorum ama bayağıdır absürtlüğü ve mantığı doğru oranda tutturmuş animelerden başka animelerden zevk almıyorum, alamıyorum. Damarlarımda akan weeaboo kanım bile beni bu durumdan kurtaramıyor. :C

[NOOT: İlk gördüğümde kesin feminist çizgifilmi dediğim sitivın yunivörsü (gerçekten öyle) telefüzyonda ilk çıktığı zamanlar biraz izleyip sevimli bulmuştum. Ancak tumblrdaki iğrenç insanların abartılı bulduğum sevgisi dolayısıyla uzun bir süre gerek hayattan gerekse çizgifilmden soğudum. (Ben size diyorum Tumblr kanser, insanı her şeyden soğutuyor diye.) Hepsini bir oturuşta izledikten sonra diyebilirim ki hikayeyi güzel ilerletiyorlar (güzel derken OHA seviyesinde güzel boş yere bir şey yapmıyorlar genelde) ve her geçen gün animasyon ve çizim tarzları gelişip iyileşiyor. Temmuzun 18'inde sanırım yanlış hatırlamıyorsam düzenli olarak yeni bölümler gelecek belki oturup onları izlerim, bir de benim Gravity Falls'ı bir ara bitirmem gerek :') yani sanırım sorunum izleyecek bir şeyimin olmaması değil de yetinememem.]

29 Haziran 2016 Çarşamba

Yoyomu sallasam ellisi

(HER ŞEYİ ERTELEMEK İÇİN BLOG YAZISI YAZIYORUM)

Önceden düşündüğümün aksine ne kadar kasarsam kasayım insanlarla tüm yönlerimi paylaşamıyorum. Yani yine diğer garip bloguma dönmek zorunda kaldım.
(Ayrıca o blogun teknik olarak bir günlüğümsü olduğunu farkettim. (7 ayda bir yazıyorum ama her neyse.))

Astronomi kursunda 4. haftaya gelebildim. Her seferinde bıraksam daha iyi modlarına giriyorum ama sanırım şu an azmediyorum. (Daha çok can çekişiyorum.) Şu an da yazma nedenim zaten iki dakika oturup da lecture'ını dinlemeyip ödevlerini yapmamak.
[Bir de astronomi kursu bitince boşlukta kalmayayım diye başka kurs var mı diye baktım da güzel ilginç bir şey bulamadım :C Neyse zaten ehliyet kursu başlıyor (bkz. DÜNYADAKİ EN GEREKSİZ ŞEY)]

Bir kaç hayal kırıklığı, kalp krizi ve bir mucizenin ardından artık Overwatch indirdim ve oynuyorum. Çok oynayınca beyin felci geçiriyorum ama konumuz bu değil. Muhtemelen bir ara onunla alakalı bir yazı yazacağım.

What We Do in the Shadows da süfer bir film belki ondan da bahsetmem gerekebilir kıpskıps ;);););)

Yaz sezonu animeleri bu hafta başlar diye bekliyordum (üstün zeka seviyemle) ama sanırım başlamıyorlarmış. Bir de farkettim ki görünüşe bakılırsa bu mevsim (yeni animeleri bilemem ama) Handa-kun dışında bir yarim olmayacak. DGM muhtemelen vasat olacak ve Berserk de muhtemelen bok gibi olacak. (i kri) (Bir de mob psycho 100 beni saracakmış gibi gelmiyor, izledim ama OPM de beni sarmadı.)

Bayramda aile faciası çıkarma olasılığım %60 ve bu olasılık şimdiye kadar hiç bir zaman %0.00001'i geçmedi. Fırtına yaklaşıyor Necmi abi.

Gerçeklerle yüzleşip astronomi kursunun ıvır zıvırlarını bitirmem lazım ayrıca oha saat ne ara on bir buçuk oldu??? 

22 Haziran 2016 Çarşamba

Sorumluluk duygusu ya da vicdanım (hangisi bir türlü seçemiyorum) beni boğup gebertene kadar her şeyi ertelemek zorundayım, yoksa olmaz, olmaz diyorum bak.

Kaburgalarımı kütletebiliyorum, hareketli ya da hareketsiz eklem, nincaya verin kütletsin.

Ablamın bir ünlüyü sevmeden önce ahlak testinden geçirmesi beni rahatsız ediyor. Hani adamlar zaten ünlü, zaten senden habersiz, ne düşündüğün tıngırlarında bile olmayacak. Neden buna zaman harcıyorsun??? Ben mesela; direk o insanın ürettiği, ortaya koyduğu şeyden yararlanıp selam çakıp kaçıyorum. Hayatından bana ne??? Artık iyi bir insan olduğundan bana ne???? Bana ne???? BANA NEEEE.

Yediğim yemeği elimden ağzımdan ve bilimum uzuvlarımdan düşürebiliyorum. Bu yazıya yeni bir yetenek daha!

Her yeni paragrafta bir şeylerden yakınasım geliyor ve bu bir şeyler hep ablamla alakalı, kızdan başka insan görmemek kafama vurdu.

Durun aslında insan görmeden de yakınabilirim.

Apartmanda tuvalette sigara içmenin çok zekice bir hareket olduğunu düşünen bir insan var. Eskiden hava soğuk diye tuvalette içiyordu, havalar ısınınca yağmur yağıyor diye tuvalette içti, sanırım bu cehennem sıcağında da tuvalette sigara içmesinin nedeni de milletin oruç olması. Nerden biliyorum??? Çünkü herifin sigara dumanını havalandırma yüzünden ben soluyorum.
Hayır, her seferinde ben sesli sesli ne kadar edepsiz, ahlaksız, saygısız bir davranış olduğunu söylüyorum, tuvalette deli gibi kendi kendime konuşuyorum duysun, otursun da biraz akıllansın, insan olsun, ders alsın diye ama yok. Yok. İllaki bizi de zehirleyecek.
Ramazanda millet oruç diye balkonda sigara içmemek duyarlılık değil gerizekalılık. Yeni uyanıp tuvalete gittiğimde herifin sigarasını solumaktan yoruldum. (Saat 4 te uyanıyorum, sorun biraz bende olabilir ama genel olarak lokal sigara tiryakisinde.) Bir gün sabrım taşacak apartmanı kapı kapı gezip herkesin yüzüne ASTIMIM VAR  ASTIIIIM diye bağıracağım.
Çok zekice bir hareket. (Benden bekleneceği gibi.)

Alt komşunun aqlayan piyanosuysa başka bir problem. (Çalamıyorlar, bir kere oy ne güzel çaldı diyemedim Allah aşkına ya (Bir de son ses çalıyorlar. Aldıkları ilk haftadan beri 2 tık kıstılar belki sesini de hala çok sesli, hala uykumdan uyanıyorum.(İyi daldığımda kolay uyanmam.)))

Geçenlerde 24 saat içerisinde yeni bir çizim tableti almaya karar verip bu kararımdan vazgeçtim. Neden? Çünkü çok pahalılar ve benim de önümdeki sanat yolu pek iyi gitmiyor. (Ünlü olma ihtimalim yok ve bilgisayar başında aynı resme 7 saat bakmak sinirlerimi bozuyor. (O yüzden de paso büst çizip her şeyi saçma salak boyuyorum.))
Bu tablet alma ilhamım sayesinde bir kaç şey de öğrendim.

  1. Mesela sap gibi dediğim ipad pro kalemleri tabletten ayrı olarak satılıp, fiyatı 379 liraymış. (2 dakika boyunca ohalarım arşa yükseldi.)
  2. Bamboolar artık üretimden kaldırılmış, onlar yerine intuos draw/fun/art gibi ürünler piyasaya sürülmüş.
  3. İyi tabletler hep +1,000 tl. 
  4. Gerçekten iyi tabletler(ekranı falan olan yani) hep +3,000.
  5. Benim gibi insanların çok iyi tabletler satın alıp almaması önemli değil çünkü bir ürüne 5,000tl para gömsek bile bir halt çizemediğimiz gerçeği değişmiyor. (Cintiq'i olan insanların bok gibi şeyler çizmesini izledim, hayat adil değil.)
Yaz döneminde Berserk, DGM ve Handa-kun var. DGM eski seri gibi devam ederse yüzümü ekşitmekten başka bir şey yapamayacağım muhtemelen(yalan bunlar yalan, şu anki arc tam kıvamında muhtemelen eski animenin gidişatında gitse bile tüm bölümlerde çığlık atarım(bkz. AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA)) ama Handa-kun'u ölerek izleyeceğimi biliyorum. Berserk'le alakalıysa biraz kararsızlığım var (GRIFFITH YOK GİBİ BİR ŞEY ÇÜNKÜ.) ama sanırım izlenecek kıvamda olur. (3. filmde cgi dengesini tutturmaya başarmışlardı sanırım ona güverniyorum.(Ama muhtemelen güvenmemeliyim.))

Her şeyi salla paça yazmam bence büyük bir sorun. Yazıya bir buçuk saat mola verdim ve şu an ne kadar saçma şeyler yazdığımı farkettim.

8 Haziran 2016 Çarşamba

Hüsran Hüsran

İçimdeki ineği coşturmaya çalışırken içimdeki tembel boğaz köprüsüne tırmanıp intihar edeceğini söyleyerek beni tehdit etmeye başladı. Şu sıralar hayatımın özeti kısaca bu.

Artık adam olmanın vakti geldiğini düşünerek, (muhtemelen tatile girince ancak su yüzüne çıkabilen öğrencilik içgüdüsü) kendimi bir şeyler öğrenmem gerektiğine ikna ettim. Eski araba satılınca araba sürme hayallerim uçurumdan yuvarlandı, yemek yapmakla alakalı şu anki rezil seviyem beni tatmin eder durumda ve temizliğin öğrenilmesi gereken bir şey olduğuna inanmıyorum. (Annem bana duvar sildirdikten sonra normalde girdiğimden öte bir varoluş krizine girdim.)
Bunun üzerine online bir astronomi kursuna yazıldım, bilgisayarıma tekrar Sims4 yükledim ve bir alışveriş merkezindeki sakız makinesine benzeyen şeylerden bir bilye aldım. Gelecek planlarım arasında kod yazmayı öğrenmek (sanmıyorum), tekrar havuz üyeliğine (ana-baba evinde onlar üzerinden otlaklandığımdan hala param var!!!! (ve yeter artık yüzmem gerek)) ve ehliyet kursuna yazılmak var (gerekli görmüyorum ama zorundayım).

İşin kötü tarafı bu öğrenme, bir baltaya sap olma isteğimi okul başlayınca kaybedeceğim gibime geliyor. İnsanın nefret ettiği ortamlarda bulunması kadar kötü bir şey yok.
İnsanlar beni boğuyor be.

Bazen şu oyunu oynasam, şu filmi izlesem, bir de keşke şundan(deri bomber ceket) bende de olsa diyorum. Sonra istemediğimi farkediyorum. (3 haftadır o filmi bir türlü oturup da izleyemedim, oyun zaten hayal oldu.)

Hayatımda çok bir şey olduğundan değil ama aslında çok şey izledim (anime anime, zaten ben ne izlerim ki, korkmayın, kültür düzeyim artmadı) ve bahsedebileceğim şeyler var sayılır bu yüzden. (Princess Jellyfish A++ mesela) Ama saçmalamaktan zaman bulamıyorum her zamanki gibi.

31 Mayıs 2016 Salı

Undertaking the gerizekalı

Uyku bence hayatta problemleri çözebilen bir şey değil. Şu günlerde sıkılınca paso kıçını dönüp uyuyan biri olarak söylüyorum, bence uykunun asıl amacı "Dostum yeterince saçmalık gördün, artık bir dur demenin vakti, gel biraz beyninin fişini çekelim." demek.
Niye böyle bariz ve salakça şeyler yazıyorum emin değilim.

Son bir kaç yazımı sildim, neleri sildim pek emin değilim ama bir şeyleri sildim yani. Sanırım kitap yazısını da sildim ama söylemem gerek ki her ne kadar yazarken binbir küfür etsem de The Raven Cycle okuduğum en düzgün YA romanlarından biriydi. (Kusurları vardı ama gerçekten minimaldi diğerlerine kıyasla.)

Marjinal(!!!) insanlar nasıl başkalaştırılmış hissediyor emin değilim ama benim gözümde sadece benim doğrularım ve benim inançlarım olduğu için ben kendimi asla başkalaştırılmış gibi göremiyorum, çünkü hayat görüşüme inancım tam. Türkçem gittikçe kıtlaşıyor, ama demek istediğim insanlar ne kadar beni garip, kaba ve görgüsüz bulsa da ben kendimi normal olan ideal insan olarak gördüğüm için onların garipsemelerini içselleştiremiyorum.
Zaten öyle bir şeye de akıl dayanmaz. (Bence onlar da fake atıyor zaten.)

Eziklenmek apayrı bir şey, eziklendiğimi hissedebiliyorum. Aşağılık kompleksim o yönde muhteşem bir iş çıkarıyor.

Sonuna kadar pratik olmayan bir bireyim, 5 yılın ardından sonunda elime araba verilince içimde öğrenme aşkı yandığına inanıp acaba örgü örmeyi falan da mı öğrensem diye düşünmeye başladım. Sonra fark ettim ki anneme öyle bir şey öğretmesini söylesem beni mutfağa sokup ev işi yaptırır, bunu istemiyorum, o yüzden öğrenme aşkımın ateşinin altını kıstım.

Sokakta yürürken etraftaki her insanı eşi benzeri olmayan hayal kırıklıkları olarak düşünmek biraz moral bozucu ama hayat kısaca bundan ibaret.

Hayla (Hayla), boş bir balonu parayla şişirmenin balonu kuş yapmayacağına inanıyorum. Hayatta her zaman ben çakılamam değil mi?
(Ya da çakılır mıyım, oha. Bazı insanlara hayat cidden daha kolay demek ki.)

Yüzeysel ilişkilerde (ay canım cicim olanlarda değil de tamamen saçma salak espri üzerinden yürüyenlerde) sanırım epeyi iyiyim. Hayatta teoride kaymak gibi kayan başarılı biri olmam gerekirdi elimdeki fırsatlara bakılırsa. Ama ben bataklıkları filmlerdeki/çizgifilmlerdeki bataklıklar gibi sanıp oralarda kendimi boğmaya çalışıyorum. Açıkçası Türkiye'de şimdiye kadar gördüğüm bataklıklar hep göl gibi şeylerdi, yani dostum, bir hayal kırıklığı daha. Magnetini yapalım, buzdolabına yapıştır anı niyetine.

Sıkıldım ama önümde bomboş bir kaç ay var, arkamda da çöpte heba edilmiş bomboş 6 ay var, kısacası ölmezsem yazarım yine.

10 Nisan 2016 Pazar

mızmız myrtle

Zihin sağlığım (öyle bir şeyin varlığına inanmayı bıraktım aslında ama) nihilist oldu.

2 günde mantara dönüşebiliyorum.

İnsanları kendimden o kadar uzaklaştırdım ki artık arkadaş olarak tanımlayabileceğim biri kaldığını sanmıyorum. Arkadaşlık ilişkisi istiyor muyum? Hayır. Ama işte insan doğası gereği gebersen gömecek insan olmaması insanın egosunu burkuyor. (Yeni keşiflerim arasında egonun kırılgan değil elastik oluşu var. Eğer egolar kırılgan olsaydı erkek nüfusu dünya üzerinden silinirdi.)

Hayatımda şimdiye kadar bana duyulmamış saygının bundan sonra geri dönüşümlü olarak bana geri ödeneceğini sanmıyorum. Gerçekçi olmayan beklentilerimi yavaş yavaş kırmaya çalışıyorum.

(Ve kendime olduğumdan daha sefil hissettirmeye çalışıyorum. Negzel.)

Biri bana bu hayattan çıkış yolu göstermeyecek, ya da beni bu işkenceden kurtarmayacak. Bu bokluğu çekmek zorundayım.

Zengin insanlara olan nefretim kelimelerle tanımlanamaz sanırım. Hepsinden ölümüne nefret ediyorum. Özellikle de baba parası yiyip (haketmediği) hayatını yaşayanlardan.
Zaten kimse hayat adil olacak demedi. Hayat adil olsa hepimiz aynı olurduk. :0

Alkolle ve sigarayla alakası olan insanlara saygı duymuyorum ve bu insanlarla ilişiğimi kesmek istiyorum. Kusuruma bakın, çünkü bende bir kusur yok; o kusur sizin bünyenizde barınıyor.

Embesilim, kabul ediyorum.

Hayatımdan yakınmak hobilerim arasında, gerçi bu blog genel olarak yakınma barınağı gibi.

Gençler hayat enerjime harakiri yaptırıyor.

Havalı olma hedeflerimi sel götürdü. Selin adı gerçek hayat.
Artık heveslenmiyorum, enerji tasarrufu yapıyorum.

Yalnızlık sadistliğimin canına tak ettirdi, artık çok çekingen bir mazoşist arkadaşı var. Sadece hayat çekilemez gibi geldiğinde manasız şeyler yapıp bana acı çektirmek için ortaya çıkıyor.

Bir kaç şarkı bulup, bir kaç hafta o şarkıları sürekli dinleyerek hayatta kalıyorum. Benim için çok komik bir şey çünkü müzik dinlemek pek benim işim değil. :')
(En azından yürüyen ölü modumu üzerimden biraz da olsa sıyırabiliyor okul yolunda.)

Hayatımda hiç bir şey olmuyor ve ben çok tatminsizim.

İnsanlara kendimi kullandırtmaktan artık gına geldi, üstüne üstün beni kullanan tipler sonradan bana paso duygu sömürüsü yapıyor.
Canım sen yanlış anlamışsın olayı bence. Ben duygu sömürüsü yapılacak kadar verimli bir enayi değilim.

23 Mart 2016 Çarşamba

OH OHO H

Şimdi yazmazsam bir daha kıçımı toparlayıp yazabilir miyim bilmiyorum.

Sene başından beri anormal bir ruh hali içerisindeyim, her yılın kendine göre bir saçmalığı oluyor ama her yeni saçmalıkta da duvara toslamayı ihmal etmiyorum.

Okul dönemi başladığından beri bir çok şey değişti, bir çok derken aslında hem çok şey değişti hem de hiç bir şey değişmedi. Yani kısacası her zamanki terrane.

Klinik olarak bipolar tanısı yememe 1 milimden az var ve o milim tamamen benim psikiyatrlara gitmeyi reddetmemden kaynaklanıyor. İşin kötüsü zararlı bir şey olduğunu düşünmüyorum, yani o kadar dibe batıyorum ki bu vücudumun koruma tepkisi bir açıdan.

Hayatımı taze fasulye, bulgur pilavı ve turşu yiyerek sürdürebileceğimi düşünüyorum. Çünkü dolapta genel olarak onlar var ve ablam onları yemekten büyük bir uğraş vererek kaçınıyor.

Herkes hayatını sistematik açıdan (burda genel gapitalüst sistömü ve üllümünatiyi belirtiyorum) yola koyarken ben bön bön duruyorum. Vasat altı bir okulda vasat bir bölümde çöplükten toplama insanlarla pseudo mutualist ilişki yaşıyorum. Götümden terim uydurmayı bırakırsam kısacası sahte sınıf arkadaşlığı sürdürüyorum ve hiç bir muhabbete katılmıyorum. Bir yandan zeka yoksunu insanlarla irtibat kurmadığım için memnunum bir yandan da bu kadar irite edilmeyi artık bünyem zor kaldırıyor, çok salaklar ve ben hayatımda hiç bir sınıfta bu kadar bağımsız bir yaşam sürdürebileceğimi düşünmezdim. Hiç arkadaşım yok ve çoğu gün genetik olarak çatmayı başaramadığım kaşlarımı çatmaktan bir hal oluyorum. Yine sinirden beynimde barbekü partisi verilen dönemlere geri döndüm, isterim ki mangallı bir piknik olsun bir ağaç bir kuş olsun ama beynimin ekolojisi kapalı kapanda vasat bir amerikan arka bahçesinden öteye gidemiyor.

Kendimi tanımladığım yeni kelime vasat.

20 yaşına girmeden asla istediğim gibi spor yapamayacağımı, japonca/latince/rusça öğrenemeyeceğimi, hayvan gibi piyano ve gitar çalıp resim çizemeyeceğimi, insani bir şekilde ingilizce konuşamayacağımı kabullendim. Vay canına ne kadar büyük bir adım!!!!

Aslında ne kadar gerizekalı olduğumun altını mı çizmeliyim yoksa kendimi kandırmaktan yorulduğumu beton gibi bir surat ve monoton bir sesle yaya yaya mı söylemeliyim bilmiyorum.

Yapacak hiç bir şeyim olmadığı için (ödev ya da diğer okulla ilgili şeyleri yapmıyorum, yani harbiden yapacak hiç bir şeyim yok) telefona yapıştım kaldım. Telefon bağımlısı olduğumun farkındayım, zihnen öyle düşünmüyorum çünkü telefonlardan nefret ediyorum ama günümün yarısını ekrana bakarak geçirdiğim de su götürmez bir gerçek ve bundan kurtulmalıyım. Çünkü son olmak istediğim şeylerden biri bir telefon bağımlısı.

Hiç kimseye haber vermeden bir yerleri terketmekte üzerime yok, umursamıyorum ve en azından umursuyormuş gibi iğrenç bir yapaylıkla insanları bunaltmıyorum.

Arkadaşlık ilişkilerim kocaman bir soru işaretinden ibaret. Çoğu zaman onlardan tiksiniyorum ve irtibat kurmak istemiyorum. Diğer zamanlardaysa sülük gibi yapışıp kendimi onların üzerine zorluyorum. Tatmin olacağım bir arkadaşlık sürdürebileceğime inanmıyorum, hayat görüşleri bu kadar karmaşa altında olan çok fazla insan yok ve ben genelde insanların aptallıklarını düzeltmek için kendimi yormaktansa umursamadan zaman geçirmeye çalışıyorum.

Açık konuşmam gerekirse beni korkutabilen tek şey para kaynağımın kesilip şu andaki mutsuz ve umutsuz parazit hayatımın bile elimden alınması. Ölümü başka bir açıdan önemseyemiyorum, çünkü kaçınılmaz bir şey ve bir yerden sonra romantikleştirilip hayatın en büyük acısı gibi gösterilmesi sağlıksızlaşıyor. (Bu arada pek açık olmamış ama para kaynağı=aile bireyleri)

Sürekli dünya üzerindeki en boklu en leş tuvalet kağıdı gibi bahsediyorum kendimden ama bu daha çok kendime karşı dürüst olmamdan ve hareket ve davranışlarımın altında ne tür bilinçsiz amaçlar yattığını derince irdelememden kaynaklanan bir şey. Benim bok torbası olduğumu düşünüp kendisi aşk ve sekse önem verdiği için benden kendini üstün gören insanlar oldu ve ben böyle insanlarla çok tartıştım. Aranan ve sevilen bir insan olma isteğinin altında ilkel bir bencillik var sonuçta, bu kendisine insanca açıklandığında anlayamayan veya anlamayı reddeden bir insanda zeka kırıntısı aramak benim haddime değil artık. Varsın kendi aşk fenomenlerine, çakma romantizme, insanlarda varolması sadece hormon sarhoşluğu ve körlükten ibaret olan şeylere inansın, tapınsın; cahil ölsün. Herkesin bir seçim hakkı var sonuçta, ama ben yine de onlara saygı duymayı reddediyorum. Cahillik mutluluk değildir, aptallıkla mutluluğu karıştırmamak lazım.

Ablamla aynı ortamda yaşamak acı verici. Kendimi bir öküz gibi davranmak ve hissetmekten alıkoyamıyorum.

Bir ara yazmaktan artık bana gına gelen bi konuyla alakalı uzun bir yazı yazmam gerek :))))))

29 Ocak 2016 Cuma

sokak sümüğü

Daha ne kadar iğrençleşebilirim bilmiyorum :)
İşin kötüsü etrafımda normal diyebileceğim bir insan yok. Hepsi kafayı buldu, hepsi çöp seviyesinde. Kendi rezilliğimi ölçemediğim için seviyem hakkında yorum da yapamıyorum.
Yapacak hiç bir şeyim yok, saatlerce bilgisayar başında oturup evdekilerle birbirimizi görmezden geliyoruz. Arada beni odadan kovuyorlar falan çok eğlenceli.
Verdiğim sözleri tutmadığımın farkındayım ve bu yüzden kendimden utanıyor olmam gerekirdi ama artık o seviyeyi geçtim sanırım. Ne yaptığımı bilmiyorum. Biraz daha ayakta kalabilmek için saçmalıyorum sadece.
İnsanın yazası gelmiyor böyle durumlarda bilmiyorum.
Bulunmak istediğim tek bir yer, konuşmak istediğim tek bir insan yok. Şu bilgisayarı da gördüğüm ilk kişinin kafasında kırmak istiyorum.
Bu kadar salakça davranıp bu yönelimimi sürdürdüğüm için kendimden nefret ediyorum. Teşekkürler.
Hayattan kaçmaya çalışmak çok kolay ama bunu yaparken dönüşülen insan tipi çok aşağılık.