19 Haziran 2013 Çarşamba

PeASaNT ChRONiCLeS #1


Bu devamı beklenmemesine rağmen birden aklımda oluşan mallıkta devrim yapan hikayeyi Comic Sans ms FanFiction mezarlığına adıyorum. Devamını kendimden bekliyorum.
Okur yorumları:

(Sheri)

(Selene)
NOT: Bu hikaye tamamen dalga dubarayla yoldan sapılmış bir yaoidir(aslında shounen ai bile değil). Gerçekle alakası yoktur. Paralel evrende geçmektedir.
NOTNOT: Sera bu hikayede erkek ama normalde kız. Tornado da bu hikayede erkek ama Chibi Italy'nin giysilerinden giyiyor U_U
NOTNOTNOT: Normalde Tornado(Theodore) ve Sera birbirlerinden nefret ediyorlar. Özellikle de Tornado, Sera'dan o kadar çok nefret ediyor ki adını ağzına bile almıyor. adskjhffsadf
NOTNOTNOTNOT: İnsanları trollemek için tff'de bunu gayet ciddi bir şeymiş gibi paylaşmak istiyorum asşldfmsd sonra başlasın sazan.avi dfslm

BÖLÜM 1
Tornado zorlukla fırtınanın açmakta inat ettiği tahta kapıyı kapatıp sürgüledi, ardından kapıya sırtını dayayıp yere çöktü.
Ne kadar da çok yorulmuştu! Tüm gün odun kesmiş, evi temizlemiş ve yemek yapmıştı. Tek başına yaşamak gerçekten zorluydu. Tornado çaresizce nefesini verdi. Nefesi yüzünün önünde saçları kadar beyaz bir buhar oluştururken inledi. Hava gerçekten soğuktu ve o şömineyi yakmayı unutmuştu.
Oturduğu yerden kalkıp eteklerini silkti ve şömineye yöneldi. Kırmızı elbisesinin etekleri alevi andıran bir şekilde o adım attıkça dalgalanıyordu. Şöminenin yanına geldiğinde odunları göremedi. “Ah kahretsin!” Tornado çaresizlikle mutfağa göz attı. Odunlar orada da yoktu, onları dışarıda unutmuştu.
Hemen üzerine kalın bir şal alıp kapıdan dışarıya çıktı. Kapıyı kapatmaya çalıştı ama rüzgar ellerini buzdan kılıçlar gibi kesiyordu. Parmakları hissizleşmişti. Kapıyı kapatamayacağını anlayıp hemen odunları yanına yığdığı çınar ağacının yanına gitti. Tüm odunları devrilmişti. Tornado sinirle ayağının altındaki kar tabakasını tekmeledi. Neden hep en önemli şeyleri unutmak zorundaydı sanki? Aceleyle yerden odunları toplamaya başladı. Islak odunlar hiçbir işine yaramazdı. “Kahretsin! Şimdi ne yapacağım?” Karın içinden çıkardığı odunları bir kenara koyup kuru odun aramaya başladı. Odunlar gelişigüzel dağılmıştı. Fırtınanın çınarın gövdesini nasıl aşıp odunlarını yıktığını anlayamıyordu. Sonra Tornado’nun gözüne bir karaltı ilişti. Yerde sere serpe yatıyordu,  üzerini kar kaplamıştı. Odunlar kucağında korkuyla karaltının yanına gitti. Sarı saçlar, siyah zırh ve karı çilekli buz gibi gösteren kan. Odunlar Tornado’nun elinden kayıp ayaklarının önüne düştü. “Ah, aman Tanrım… Asıl şimdi ne yapacağım?”
***
Tornado sıcak ateşin yanına bir şilte serip yabancıyı onun üzerine yatırmıştı.  Yabancının derin bir kılıç yarası vardı ve bir hayli de ateşi. Tornado yanındaki içi sirkeli su dolu kovadan çıkardığı bezi sıkıp katladı, yabancının terden yüzüne yapışmış sarı saçlarını geriye itip alnına koydu. Soğuğu hisseden yabancının kirpikleri hafifçe oynadı ve yüzü gerildi.
Yabancının miğferi ve göğüs zırhı Tornado’nun yanı başında duruyordu. Siyaha boyanmış ağır bir zırhtı. Miğferinde ürpertici motifler ve korkunç iki boynuz vardı. Tornado miğfere elini uzattı ama sonra yabancının inlediğini duydu ve başını ona doğru çevirdi. Yarasını temizlemem gerekiyor, diye düşündü. Ah, tanrım, umarım başıma bir büyük bir bela almamışımdır…
Tornado şöminedeki ateşin üzerine bir kazan koyup içerisine biraz su koydu. Makas, şarap ve biraz da kumaş alıp yabancının yanına döndü. Örgü yeleğini sıyırıp altındaki bir kaç kat kumaşı kan izinin etrafından kesti. Son katı çıkaramayınca kazanda kaynayan sudan bir maşrapa alıp yavaşça kumaşın üzerine döktü. Yabancı sıcağın etkisiyle inlerken o da yumuşamış kumaşı yaradan ayırdı. Bu sefer şarabı kaynaması için bir kenara bırakıp sıcak suyla ıslattığı birkaç kumaş parçasıyla yaranın etrafındaki kurumuş kanları temizledi. Şarap ısınınca da yaraya şarap döküp ardından iyice sardı. Neyse ki yara çok eski değildi ve iltihap kapmamıştı.
Tornado, yabancının alnındaki sirkeli bezi değiştirip onu izlemeye başladı. Uzun soluk sarı saçları vardı. Gözleri kapalı gözkapaklarının altında dönüp dururken titreşen kirpiklerinin gölgesi çökmüş yanaklarına düşüyordu. Tornado’dan daha iriydi ancak Tornado onun daha çok genç olduğunu fark etti.
 Ne kadar da yakışıklı, diye düşünüp iç geçirdi Tornado, yüzü bir sanatçının ellerinden çıkmış gibi…
***
Yabancının ateşi tüm gece düşmedi, Tornado da endişeyle onun başında bekledi. Ateşi sabaha doğru düşünce uyku sersemi bir şekilde uyanıp doğrulmaya çalıştı. Tornado yabancıyı nazikçe üzerinde yattığı şilteye bastırdı. “Hayır, efendim, kalkmak istemeyeceğiniz bir durumdasınız.” Uzun bir inatlaşmanın ardından yabancı pes edip kuru dudaklarının arasından “su” diye fısıldadı. Tornado kör karanlıkta dün yaptığı turplu soğan çorbasından içirdi. Yabancının acıyla homurdandığını duydu.  Birkaç kaşık daha içirip ardından dudaklarına içmesi için su bardağını uzattı. Yabancıya işkence etmek istemiyordu. Ama açlıktan ve susuzluktan ölmesini de istemiyordu. Suyunu içirince başının altındaki yastıkları alçaltıp tekrar yabancının üzerini sıkıca örttü.
Esneyip şömineyi izlemeye devam etti.
***
Seraphim uyandığında yanında şöminedeki ateş küllerin arasında son bir uğraşla alevlenmeye çalışıyordu. Dudakları kurumuştu. Yarası sızlıyordu. Zırhının güven verici ağırlığını hissedemiyordu ama sağ omzunda bir ağırlık vardı. Başını çevirdiğinde burnu beyaz bir yumağa çarptı. Bir şey inledi ve birden bire kendi yüzünün birkaç santim ötesinde bir yüz belirdi. Bir beyaz tavşanınki kadar kırmızı gözleri ve bir o kadar beyaz saçları vardı. Birde bire kızarıp geri çekildi. “Pardon efendim, uyuyakalmışım.”
Seraphim kaşlarını çattı. “Ben senin efendin değilim.” dedi, kibar bir şekilde konuşmaya çalışıyordu ama yarası canını yakıyordu ve bu yüzden kibar olmayı başarabildiğinden emin değildi. Beyaz saçlı daha çok kızardı. “Pardon…”
Seraphim duraksadı. “Ben Gölgeler Krallığından Lord Seraphim.”
Beyaz saçlının gözleri irileşti ve hemen ardından gözlerini yere dikip hafifçe oturduğu yerde eğildi. “Sizi ağırlamak bir onurdur Lordum. Bu sadık kulunuzun adı Tornado.”
***
Tornado havuçları ve lahanaları doğramaya çalıştı. Ama tek yapabildiği bıçağın ters tarafıyla onları ve kendi parmağını ezmek oldu. “Ah, lanet!” Bıçağı bir kenara atıp parmağını emdi.
Gözlerini her kapayışında sıradan karanlığın ardından bir çift gözün altın ve yeşil parıltılarını görüyordu. Aynı sonbahardaki dökülen yapraklar gibi… Tornado kafasını iki yana salladı. Hayır! Ne düşünüyorum ben böyle? O bir Lord bense sıradan bir köylüyüm. Gözleri hafifçe doldu ve bıçağı yeniden eline alıp düzgün bir şekilde lahana ve havuçları doğramaya başladı.
Lord Seraphim’in yarasını sabah tekrar temizledikten sonra ona temiz giysiler vermişti. Genç adam tüm gün yükseltilmiş yastığından baygın gözlerle şömineyi seyretmişti. Dünkü halinden bir hayli iyiydi, en azından ateşi biraz düşmüştü.

Tornado iç çekip yemek yapmaya devam etti. 

NOTNOTNOTNOTNOT: O kadar saçma ki konulu pornoya benzedi. (İzlediğimden değil, sadece gerçekten saçma olduklarını biliyorum)

2 yorum:

  1. THIS MAKES MY KOKORO GO DOKI DOKI~
    birde ne bileyim beynimin fujoshi tarafı okurken hep bir "yanlışlıkla ellerin birbirine değmesi", "aniden sarılmalar", "uzun bakışmalar", "teşekkür öpücüğü ve ötesiiğğ~" bekledi. (biliyorum artık benden iğreniyorsun ;_;)
    Tornado'ya ölürüm bu arada.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya daha tanışmadıkları için abartmıyım dedim U_U AMA SIRA ONLARA DA GELİCEK slkdfmsdfk
      Bir de cidden tonadoya çok yakışıyo kırmızı elbise ldsmf

      Sil