15 Mart 2017 Çarşamba

Beynimin dramı

Çoooook uzun zamandır hiç bir şey yazmıyorum. Bu blogun kurak toprakları bana hasret kaldığından değil ama bir nevi yazı yazmak eğer yazım aşamasında benim karadeliğe yolculuk macerama dönüşmezse genel olarak benim için terapi işlevi gören bir uğraş.

Yazı yazmamamın nedeni genel olarak ders çalışmam gerekmesi. Ders çalışmamak için yeni uğraşlar bulduğum için artık yazı yazmak pek aklımdan geçmiyor. (ortada bahsedilecek bir akıl kaldı mı onu merak ediyorum ben asıl) Overwatch oynayıp resim çiziyorum genelde. Resimler hiç bitmiyor, Overwatch da zaten sevdiceğim laptobuma tost makinesi muamelesi yapıyor. (Sanırım canavar bilgisayarlar için yapılmış salak oyunları bırakıp biraz daha olay örgüsü, kurgusu, gizemi falan olan oyunlar oynasam daha makbul geçecek.(Gerek zeka seviyem gerek bilgisayarımın işlemcisi için.))

Çok negatifim falan diye olaya girmek istemiyorum, çünkü ben çok negatif olduğumu düşünmüyorum. Sadece bazen dellendiğim oluyor, bir de çok yalnız başıma kalıp uzakta insanların hayatlarını fonksiyonel bir şekilde yaşadığını görünce kıskançlık krizi geçiriyorum. (Çılgınlık yapacak insan yok, çılgınlığı geçtim, bir şey yapacak insan bile yok. Sosyal çevrem ablama indirgendi.)

Her neyse az önceki paragrafta demeye çalıştığım şey şuydu. Bir kaç ay(7-8 falan???) "Biliyorum şunları şunları asla yapamıycam, olmayacak, bir aptal olarak çürüyeceğim." falan diyordum.
Yazıyı tam hatırlamıyorum ama genel olarak "Ehliyet alıp araba süremeyeceksem ehliyet almanın amacı ne?" gibi sorular sorup "Şu astronomi kursunu kesin bitiremeyeceğim.", "Kod yazmayı ömür boyu öğrenmem muhtemelen." gibi muhteşem düşünce pıtırcıkları salıyordum etrafıma.

Ehliyet konusunda evet, pek kullanamıyorum. Babam elime bir kere verdi arabasını onda da şehirler arası 140 bastığımda annem hariç tüm araba ahalisi çığlık atmaya başlıyordu. (Bana olan güveniniz için teşekkürler.) Ama Ankara'da ablamın arabası olduğu için araba kullanma şansım normalden çok daha yüksek. Tek sorun ablam pek araba kullanmıyor, o yüzden ben de kullanamıyorum. Araba evin önünde kuş tuvaleti işlevi görüyor.

(Bir de açıkçası bizim aile birden bire zengin olduğuna karar verip araba değiştirdiğinden beri nüfusumuzda vitesli araba yok. Otomatik vites de ayıptır söylemesi akülü araba gibi çok aptal bir şey.)

Astronomi kursunu bu yaz inanır mısın blog, zamanında bitirdim. Ben de şaşırdım. Biliyorum. Ama eğlenceliydi ve eğer tekrar öyle bir şey bulabilirsem bu yaz da alabilirim. (Sağ çıkarsam tabi o günlere.)

Kod yazma konusunda da okulda bir nevi kod yazmayı öğrendim. Yani çok değil ama azıcık biliyorum. Yazın astronomi kursu ararken belki kod yazma kursuna da başvuru yapabilirim. Pek bir kaybım olmaz bence. (Bunlar hep internet üzerinden, bende dışarı çıkıp saat 9'da kursa gidecek göt kalmadı. Yaşlıyım ben.)


Demem o ki bazı şeyler gerçekten de kendiliğinden oluyor, bazı şeyler birazcık ittirilmek istiyor. Çok yaşamak istemiyorum, o yüzden çok uzun süreli planlar da kurmak istemiyorum ama altıma külüstür bir araba çekip(ablamın aksine), her boş kaldığımda yatakta boğulmak yerine (şu anki halimin aksine) gaza basıp bilmediğim yerlere gideceğim (çoğu kişinin aksine) günler olacaksa bir 6-7 yıl daha yaşayıp o günleri görmek şu an çektiğim işkenceye değermiş gibi duruyor. 

Şu an halimden gerçekten memnun değilim. Hayatım, bedenim, kafam bana dar geliyor gibi hissediyorum. Her gün insanların kişilik erozyonuna uğramasını izliyorum. Aile bireylerime aptal mısınız diye bağırmak, akrabalarımla tüm bağımı kesmek, okulu bırakmak, sadece ve sadece defolup gitmek istiyorum. 

Eskiden hayallerimde evden paçamı kurtarıp şu güne kadar üzerimde harcanan tüm paraları yemeyip içmeyip biriktirerek ailemin yüzüne fırlatıp çekip gitmeyi hayal ederdim. Şu an çok ütopik bir fikir gibi duruyor, çok cesaret isteyen veya çok ideal bir şey olduğundan değil. Sadece çok rahat bir sonu olduğundan.

Aile olarak tam anlamıyla nevrotiklik spekturumundaki çılgınlık pıtırcıkları olduğumuzdan hiç kimseyle muhatap olasım gelmiyor. Biliyorum ki kardeş olmasak ablam benden nefret edecekti, biliyorum ki kızları olmasam annem ve babam beni kınayacak hatta hor görecekti. Biliyorum ki ailemden bazı insanlar beni içten içe hor görüyor, bazıları küçüklüğümü görmüş olduğundan negatif  duyguları perdeleniyor bazılarıysa donuk suratımın gerisini asla görmediğinden hor gördükleriyle kalıyor.

Olay şu ki ben yıpranmış ilişkileri sevmiyorum. Sorun da şu ki her tarafım o yıpranmış ilişkilerden bezenmiş ağlarla dolu. Ben dünya üzerindeki en sosyal insan değilim, ben dünya üzerindeki en sabırlı insan da değilim, hele hele ben dünya üzerindeki en insancıl insan hiç değilim. Bir ilişkide nerede durduğumu anlayamıyorsam, kafam karışıyorsa, bir iyi bir kötü adlediliyorsam ben o ilişkiyi istemiyorum demektir. Gerek aile ilişkisi olsun gerek arkadaşlık. Beynim zaten sosyallik üzerine olmayan şeyler yüzünden yeterince yanıyor, bir de birilerinin kıskanç götü tarafından yılın kötü adamı ilan edilip Zulümkar Derebeyi Ninca yaftası yemek istemiyorum.

Bu sohbet çok uzadı o yüzden atlıyorum.

Son olarak geçmiş hikayelerimi düşünüyordum dün gece (Bu yüzden saat 3'e kadar uyumadım. (Muhtemelen uyuyamamamın nedeni daha çok uyku düzenimin ayvayı yemiş olması ama her neyse.)) ve farkettim ki hikayeler paylaşıldığında çok daha eğlenceli oluyor. 
Şu an aslında bir kaç farklı anlamda paylaşmaktan bahsediyorum ama şimdilik tek çeşit paylaşmadan bahsediyor taklidi yapacağım.
Resim çizmek, çevreme baktığımda benim anladığım bir iş gibi duruyor ama genel olarak resim çizerek hikaye anlatmak için acayip uğraş gerekiyor. Yazayım desem, yazarlıkta aşağı yukarı ortalama/vasat olsam da (medyanımız wattpad'se yani) benim asıl olayımın kelimeler olmadığını da biliyorum. Hep kendi olayımı beyin senaristliği olarak gördüm. Yani insan ortaya ürün çıkaramayınca ancak böyle bir ego tatmini yapabiliyor. Şu an bunları yazarken de benden çok süfer bir editör olacağını düşünüyorum mesela.

Ama tüm bunların yanı sıra, uğraşmadan başarı elde edilemeyeceğini biliyorum. Gariptir bunu bana eğitim sistemi değil, resim çizmek öğretti. Üzerinde yeterince düşünürlerse süper çizerler olabileceğine inanan bir çok arkadaşım oldu. Kalemi beynimizin telekinetik gücüyle kaldırmıyoruz biz resimde, aynı şekilde yazı yazarken de kelimeler cümleler doğuştan bahşedilmiş insan üstü yetenekler sayesinde birleşip cümleye dönüşmüyor. O yüzden eğer aklımdaki çöp torbalarını hikayeler olarak anlatmak istiyorsam illaki yazmam ve çizmem gerekiyor bunu da biliyorum, ama bir yandan da beynim (sevgili beynim) o çöp torbalarının daha cilalanacak çok yeri var diyor. Bu da bir nevi bir erteleme mekanizması, bunun da farkındayım, çünkü geçmişte ne kadar büyük rezaletler yazmış ve çizmiş olsam da yaratıcılık aşaması insana gerçekten zevk veren bir şey. Hata yapmak bile o hatayı yaparken eğlendiğin sürece insana zevk veriyor. O yüzden demem o ki siz benim gibi olmayın, oturun yazın. Hatalarınızdan zevk alın. Ürünlerinizi çok ciddiye almayın, her şeyi şakaya vurun. Çünkü çok ciddiye alınca kendinizi karakterlerinizin ağzından "sevgili günlük bugün yine bok gibiydi tüm insanlar aşağılık" falan yazarken bulabilirsiniz ve her ne kadar bir kaç yıl sonra yazdıklarınızı okuyunca gülmekten astım krizine girebilme ihtimaliniz olsa da bunlar utanç verici deneyimler oluyor. (Bu sonuncusunu ben yapmadım da gözlemledim yani. Benim eskiden yazdığım şeyler genelde çok saçma ve iğrenç olduğundan utanç verici oluyor.(Sanki o daha iyimiş gibi bir de açıklama yapıyorum, yazıklar olsun bana))

2 yorum:

  1. Yazının hepsini okumadım ama çekip git Çin'de dağ tepelerinde çay iç guru ol zen'e falan ulaş kardeşim iyi gelir.

    YanıtlaSil