2 Ağustos 2013 Cuma

BAŞLIK HAS NOT FOUND

Açık konuşmak gerekirse çok asabım bozuk. Sabahın körü olmuş, yarın bu vakitlerde yollarda sürüm sürüm sürükleniyor olacağım ve iki saattir yazıp durduğum şeyden ne bir halt anlaşılıyor ne de bir halta benziyor. O kadar yazdım lan üşenmeden. Saat sabahın yedisi olmuş. Bacaklarım yanıyor zaten, soba gibi laptop maşallah.
NE KADAR UYUZ OLDUĞUMU KELİMELER ANLATAMAZ.
845 kelime diyor lan. Dayaklık resmen. 845 ne demek lan? 3 sayfa yazı yazıyorum sen anca 845 de microsoft word.
Olay anlatımı yapmadığımda benim şartellerim atıyor. Çünkü olay anlatımı yaparken kıçından uydurmak çok daha kolay, ayrıca çok da hoş.
Şaka maka açıklama yapmam gerek benim şimdi.
Sphén en başta saçmalıyor. Olay aslen ağabeyini aradığı zamanlardan başladığı için bu kadar saçma bir başlangıç yapmayı seçtim. Çünkü uykum vardı falan filan. Sorun şu ki Sphén'in anıları bayağı bir karışık. (Hmmmmm....... Ne desem, zaten belgenin adını ebenin donu koydum, ciddiyetimi geri kazanamam bu saatten sonra.)
Sphiggo da ebem zaman önce yaşamış bir amcamız. Hani olayın bayağı bir üzerinden sıyırtma yaptım ama açıkçası Sphiggo'yla alakalı benim de tek bildiğim arkadaşını öldürmek zorunda kaldığı (ki bu arkadaş da Claude gibi bir Amigart (ama demiyorum ki Sphén Claude'u öldürecek. Hoş fikir olurdu ama objektif olmak lazım, öldürse öldürse Claude Sphén'i öldürür. Sphén kedi gibidir, bir adamdan yararlandığı sürece maksimum adamı tırmalayıp dişler.(Gerçek hayattaki sevgi ve arkadaşlık kavramları konusundaki algımın yerlerde olması yetmezmiş gibi bir de hayali karakterlerimin ilişkilerini mahvediyorum. Kendimi ayakta alkışlamalıyım.)))
Bu arada Sphiggo'nun saçlar uzun arkadaşlar. Sarı, düz ve uzun saç. Mmmm.... Mmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm..... Nasıl desem, nasıl desem? Bilinçaltımda uzun ve düz saçların (arkaya taranmış gibisinden olanlar) fazla soylu gözüktüğüne dair saçma bir içgüdü var. Hele bu saçlar beyaz, altın sarısı veya siyahsa. Neden bilmiyorum, neden bilmiyorum...
aşasdkfjasdf
Aklıma nedense şu eskiden atv'de çıkan ayılı ve aylı program geldi. Teletabilerden sonra ya da önce çıkıyordu. aşsklfsmfdsafasldfkmsdfşlasdfksdflsad
Allahım sapıtıyorum....
TÖBE TÖBEEE.
Çok fetişist bir programdı ama ne söyleyeyim yani. Bilinçaltıma etmiş demekki...
Ben yine teletabileri izlemek istiyorum. Biliyorum asıl adları teletubbies ama teletabi demek daha gizel. Aynı 'telepatik' yerine 'teletabik' demek gibi.

Aslında, gerçeği söyleyeyim bu sefer yazdıklarımı burada paylaşmak çok utanç verici çünkü ben bile ne yazdığımı anlayamadım. Yani o kadar, o kadar, o kadar sıkıcı ve kasıntıydı ki... İNSAN AZICIK HAVALI YAZAR.
Her neyse okuyun ve ölün. Yazdığım şeyleri kimseye okutmayıp boşa götürmekten hiç hoşlanmam. Daha çok hoşlanmadığım bir şeyse bilmem kaç bölüm yazıp bekleterek yayınlamaktır. Hayatımda sadece bir kere 15-20 sayfayı geçkin bir şey yazdım, ve o da 100 küsür sayfaydı ve--------- BAHSETMEK İSTEMİYORUM. AYDINLIK TARAFA YENİ GEÇTİM.
Kısacası diyorum ki ben uzun yazamıyorum, yazarsam da insanlar ölüyor, hele hele yaptığım şeyleri göstermeden duramıyorum.
Iyh ne kadar uyuz biriyim lan.
QENDNDN UTAN NİNCA, UTAN.
Yalnız resmen hikaye yazdığım kadar saçmalamışım buraya. Görüyor musun blog, saçmalamak ne kolay?
Bir saniye, ben zaten hikaye yazarken de saçmalıyorum....


Sphén
Gözleriniz açıkken hayal görmek, hayalleri gerçek yapar.
 Güneşin yerini tutmuş bir ay veya gece karanlığını yenmeye gücü yetmeyen bir güneş... Altın ve gümüş bir kayadan ayırt edilemediği sürece değersizdir. Gece ve gündüz kimliklerini kaybederse bu sadece felaket getirir.
Farklılıkların sebeplerini bilmediğimiz sürece korkarız. İçgüdülerimiz bazı değişimleri reddeder. Geçmişe tutunur. Ancak geçmiş tutunulacak kadar sağlam bir gerçeklik değildir.
Neyi aradığımı bilmiyorum. Gücünü yitirmiş güneşi mi, yoksa kaybolmuş ayı mı?
Kimi yanımda istediğimi bilmiyorum. Birilerini yanımda isteyip istemediğimi bile bilmiyorum.
Hatıralarımın doğruluğuna güvenemiyorum. En tanıdık şeyler bile benim için çok bulanık.
Tanıdık olan hiçbir şey ulaşabileceğim bir mesafede değil. Her şeyi yadırgıyorum.
Evim nerede? Ben kimim? Burada ne halt yiyorum?
Ait olma duygusunun göz yanıltıcı olduğunu, sadece sırtını verdiğin karanlığın aslında güvenilir olduğuna inanmak için bir çaba olduğunu biliyorum.
Öyleyse, neden hala yalanlarla donattığım geçmişi geri getirmeye çalışıyorum? Neden hala çabalıyorum? Neden bakışlarımı yerden kaldırmaktan bu kadar çok korkuyorum? Hayallerimdeki gökyüzü gerçek olmadığından mı? Gerçeklerimin aslında gerçek olmadığından korktuğumdan mı?
 Neden her şey bu kadar umrumdayken, gerçekte hiç ama hiç umursamıyorum?

Sphiggo
Drusus. En azından ailesinin ona verdiği isim bu. Kuzgun karası saçları, zümrüt yeşili gözleri, yakışıklı yüzü ve içten gülümsemesiyle gerçek bir prens –veya prensti. Hiçbir zaman onun kadar nazik veya centilmen olmadım. Zaten olamazdım da. İnsanları geçmişleri inşa eder veya imha eder.
Ben Sphiggo Ragnarok. Açık sözlü olmak gerekirse küçükken sevimli sayılırdım. En azından hatırladığım kadarıyla gülümseme yetim vardı. İnsanları iğnelemekten zevk almayacak kadar saftım. Yumuşak kalpli yumuşak yanaklı sevimli bir velettim.
Ardından ailemi bir kazada kaybettim.
Şanslıydım, çünkü bir soyluydum. Kral ve Kraliçe sevgili prenslerinin en yakın arkadaşının acı içinde debelenmesine izin vermeyecek kadar nazikti. Kimsenin bunu yapacaklarını hayal edemeyeceği insanlar tarafından evlat edinildim. En iyi dostum artık kardeşim olmuştu.
Ne yalan söyleyeyim, Drusus bana karşı her zaman çok iyiydi. Hiçbir zaman ailemin eksikliğini bana hissettirmedi. Anne ve babası elbette prens olan oğullarına daha çok ilgi gösteriyordu, sonuçta o kral olacaktı, bunu anlayışla karşılıyordum. Ama onlar dışındaki herkes bana bir besleme olduğumu fazlasıyla hissettirdi. Sarayın her köşesinde kendimle ilgili fısıltılar bulabiliyordum. Neden onları umursadım bilmiyorum. Hiçbir şey bir çocuğun aklını tam anlamıyla açıklamak için yeterli olamaz.
Büyüdükçe birbirimizden keskin çizgilerle ayrıldık. Onun nazik gülümsemesi yüzünden asla silinmedi, bense sürekli somurttum. O, bir teşekkürü bile hayatı boyunca hak etmemiş insanlara iltifatlar ederken; ben, her gördüğümü iğneleyip yerin dibine geçirdim. Genç kızlar onun etrafında ışık bulmuş sinekler gibi dört dönerken, ben bakışlarıma rağmen yanıma yaklaşabilecek kadar cesur olanları kendimden uzaklaştırmak için elimden geleni yaptım. Her konuda ondan iyi olmama rağmen davranışlarım yüzünden asla takdir edilmedim. Susabildiğim sürece sustum, konuşabileceğimden çok konuştum. Nefretimi nefes alan her insanla tanıştırdım ama ondan bir türlü kurtulamadım. Sonunda istediğim gibi ikiyüzlü insanları kendimden uzaklaştırmayı başardım. Drusus tek dostumdu, oysa ben onun tek dostu değildim. Ama onu kıskanmayacak kadar kibirliydim.
Konu geçmişten kalan anılarımıza gelince, bilinçaltı o kadar olasılık dışı bir etmen gibi gelir ki onun asla gerçeklerin önüne geçebileceğine ihtimal vermeyiz. Oysaki bizim anı adı altında hatırladığımız neredeyse her şey bizim gözlerimizle görüp beynimizle yargılayıp bundan zevk almayı veya nefret etmeyi seçtiğimiz yaşam parçalarıdır.
Geçmişi canlı tutmanın yolu onu hatırlamaktır. Hatırlamak için kayıt tutmak gerekir. İnsanların beyni geçmişi her zaman canlı tutabilecek kadar dinç olamaz. Bu satırları bu yüzden yazıyorum. Biliyorum, ispatlayabileceğim tek an şu an yaşadığım andır. Ancak bu geçmiş hakkındaki düşüncelerimi bilinçaltım daha çok manipüle etmeden önce kaydetme ve kendime kanıtlama hakkımı geçersiz kılmaz.
Engin topluluğumuzun bilgin kütüphanecileri gerçeklerin sadece tarih kitaplarında yazılı olduğunu söylerler. Bana kalırsa gerçekler bir insanın algılayabileceği kadar taraflı değildir. İnsan her şeyi kendine göre yorumlar; gerçeklere yalanları ekleyip, doğruları çıkarır. Zaman gerçeklerin tek şahididir. Ancak kimse onunla konuşamaz, kimse onu anlayamaz veya yönetemez.
Drusus Amigart. Tüm davranışları o lanet güne kadar mükemmel olan ve tek bir tökezlemeyle hain ilan edilen soylu adam.
Ve kahraman Sphiggo Ragnarok. Ölen birine bile bir gülümseme bile bahşedemeyecek kadar kaba bir adam.
Hayatım boyunca yaptığım tek doğru seçim benden güneşle bile yarışacak parlaklıkta bir kahraman yarattı. Tek yaptığımsa o dövüşü kazanmaktı.
Çünkü kaybedenler tarih kitapları tarafından daima hain ilan edilir. Bunu bazen halk ister, bazen de kazanan kötü adam. Ama istisnasız her zaman bu böyle olur.
Ben kendi zihnimin içerisinde her zaman kötü adam olarak kalacağım, kardeşini karşısına alan bir adam, adaleti sağlayan gaddar bir adam, kibirli bir adam, şanslı bir adam…
Katil.
Beynim onun için sahip olduğum her şeyi gözden çıkarabileceğimi söylerken ben onun karşısında sadece kılıcımı kınından çıkarmakla yetindim.
Affedilebilecekmişim gibi hissetmiyorum. Bu yükün, bu yalanların altında eziliyorum. Ben kahraman değilim, asla olmadım, olamam bile. O son ve en büyük hatasına rağmen eğer onu ölümden döndürmenin bir yolu olsaydı, bunu yapardım. Eğer böyle hissediyorsam, gerçekten adalet ben miydim?
Benim buna hakkım yoktu. Benim gibi ölü ruhlu birinin; bir insanın, hele ki bu insan onun kardeşiyken canına kıymaya hakkı yoktu. Kendimi adalet olarak addedip bir can almaya hakkım yoktu.
Ben adalet değildim.
Ben; fikirleri senden daha çok çıkmaza girebilmiş tek kişiydim, Drusus. Senin içinde kopan fırtınalar kıyıya vurmazken, benim içimde kopan fırtınalar o kadar büyüktü ki onları dışarı kusmama rağmen bu yeterli olmadı.
Ben asla yeterli olmadım. Asla senin gibi birinin yanında olmaya layık olmadım.

Senin elinden çıkacak olan savaş eminim benim sağladığım barıştan daha huzurlu olurdu.


PS: Amigartlar ve Ragnaroklarla sorunum ne hala çözebilmiş değilim. Sorun benim sadistliğim demek isterdim ama hayır, sadece bu da değil. Ortada bir sorun var. Ve ilk kez bu ben değilim.

2 yorum:

  1. Uzun arkaya doğru taranmış saçlar konusunda ben de sana katılıyorum.Sanırım bu fikir hep hollywood'un marifeti.
    Hikayeyi yine çok beğendim.^_^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim sorunum muhtemelen vampir veya elf kaynaklı.
      Teşekkür ederim. OvO
      Bu arada güneş ay/gümüş altın bölümlerini sırf yazmak için yazmadım aslında birilerini temsil ediyorlar ama... Bilmiyorum bana saçma geliyor da öbür türlü. Açıklamak istedim.

      Sil