NE KADAR UYUZ OLDUĞUMU KELİMELER ANLATAMAZ.
845 kelime diyor lan. Dayaklık resmen. 845 ne demek lan? 3 sayfa yazı yazıyorum sen anca 845 de microsoft word.
Olay anlatımı yapmadığımda benim şartellerim atıyor. Çünkü olay anlatımı yaparken kıçından uydurmak çok daha kolay, ayrıca çok da hoş.
Şaka maka açıklama yapmam gerek benim şimdi.
Sphén en başta saçmalıyor. Olay aslen ağabeyini aradığı zamanlardan başladığı için bu kadar saçma bir başlangıç yapmayı seçtim. Çünkü uykum vardı falan filan. Sorun şu ki Sphén'in anıları bayağı bir karışık. (Hmmmmm....... Ne desem, zaten belgenin adını ebenin donu koydum, ciddiyetimi geri kazanamam bu saatten sonra.)
Sphiggo da ebem zaman önce yaşamış bir amcamız. Hani olayın bayağı bir üzerinden sıyırtma yaptım ama açıkçası Sphiggo'yla alakalı benim de tek bildiğim arkadaşını öldürmek zorunda kaldığı (ki bu arkadaş da Claude gibi bir Amigart (ama demiyorum ki Sphén Claude'u öldürecek. Hoş fikir olurdu ama objektif olmak lazım, öldürse öldürse Claude Sphén'i öldürür. Sphén kedi gibidir, bir adamdan yararlandığı sürece maksimum adamı tırmalayıp dişler.(Gerçek hayattaki sevgi ve arkadaşlık kavramları konusundaki algımın yerlerde olması yetmezmiş gibi bir de hayali karakterlerimin ilişkilerini mahvediyorum. Kendimi ayakta alkışlamalıyım.)))
Bu arada Sphiggo'nun saçlar uzun arkadaşlar. Sarı, düz ve uzun saç. Mmmm.... Mmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm..... Nasıl desem, nasıl desem? Bilinçaltımda uzun ve düz saçların (arkaya taranmış gibisinden olanlar) fazla soylu gözüktüğüne dair saçma bir içgüdü var. Hele bu saçlar beyaz, altın sarısı veya siyahsa. Neden bilmiyorum, neden bilmiyorum...
aşasdkfjasdf
Aklıma nedense şu eskiden atv'de çıkan ayılı ve aylı program geldi. Teletabilerden sonra ya da önce çıkıyordu. aşsklfsmfdsafasldfkmsdfşlasdfksdflsad
Allahım sapıtıyorum....
TÖBE TÖBEEE.
Çok fetişist bir programdı ama ne söyleyeyim yani. Bilinçaltıma etmiş demekki...
Ben yine teletabileri izlemek istiyorum. Biliyorum asıl adları teletubbies ama teletabi demek daha gizel. Aynı 'telepatik' yerine 'teletabik' demek gibi.
Aslında, gerçeği söyleyeyim bu sefer yazdıklarımı burada paylaşmak çok utanç verici çünkü ben bile ne yazdığımı anlayamadım. Yani o kadar, o kadar, o kadar sıkıcı ve kasıntıydı ki... İNSAN AZICIK HAVALI YAZAR.
Her neyse okuyun ve ölün. Yazdığım şeyleri kimseye okutmayıp boşa götürmekten hiç hoşlanmam. Daha çok hoşlanmadığım bir şeyse bilmem kaç bölüm yazıp bekleterek yayınlamaktır. Hayatımda sadece bir kere 15-20 sayfayı geçkin bir şey yazdım, ve o da 100 küsür sayfaydı ve--------- BAHSETMEK İSTEMİYORUM. AYDINLIK TARAFA YENİ GEÇTİM.
Kısacası diyorum ki ben uzun yazamıyorum, yazarsam da insanlar ölüyor, hele hele yaptığım şeyleri göstermeden duramıyorum.
Iyh ne kadar uyuz biriyim lan.
QENDNDN UTAN NİNCA, UTAN.
Yalnız resmen hikaye yazdığım kadar saçmalamışım buraya. Görüyor musun blog, saçmalamak ne kolay?
Bir saniye, ben zaten hikaye yazarken de saçmalıyorum....
Sphén
Gözleriniz açıkken hayal görmek,
hayalleri gerçek yapar.
Güneşin yerini tutmuş bir ay veya gece
karanlığını yenmeye gücü yetmeyen bir güneş... Altın ve gümüş bir kayadan ayırt
edilemediği sürece değersizdir. Gece ve gündüz kimliklerini kaybederse bu sadece
felaket getirir.
Farklılıkların sebeplerini
bilmediğimiz sürece korkarız. İçgüdülerimiz bazı değişimleri reddeder. Geçmişe
tutunur. Ancak geçmiş tutunulacak kadar sağlam bir gerçeklik değildir.
Neyi aradığımı bilmiyorum. Gücünü
yitirmiş güneşi mi, yoksa kaybolmuş ayı mı?
Kimi yanımda istediğimi
bilmiyorum. Birilerini yanımda isteyip istemediğimi bile bilmiyorum.
Hatıralarımın doğruluğuna
güvenemiyorum. En tanıdık şeyler bile benim için çok bulanık.
Tanıdık olan hiçbir şey ulaşabileceğim
bir mesafede değil. Her şeyi yadırgıyorum.
Evim nerede? Ben kimim? Burada ne
halt yiyorum?
Ait olma duygusunun göz yanıltıcı
olduğunu, sadece sırtını verdiğin karanlığın aslında güvenilir olduğuna inanmak
için bir çaba olduğunu biliyorum.
Öyleyse, neden hala yalanlarla
donattığım geçmişi geri getirmeye çalışıyorum? Neden hala çabalıyorum? Neden
bakışlarımı yerden kaldırmaktan bu kadar çok korkuyorum? Hayallerimdeki gökyüzü
gerçek olmadığından mı? Gerçeklerimin aslında gerçek olmadığından korktuğumdan
mı?
Neden her şey bu kadar umrumdayken, gerçekte hiç
ama hiç umursamıyorum?
Sphiggo
Drusus. En azından ailesinin ona
verdiği isim bu. Kuzgun karası saçları, zümrüt yeşili gözleri, yakışıklı yüzü
ve içten gülümsemesiyle gerçek bir prens –veya prensti. Hiçbir zaman onun kadar nazik veya centilmen olmadım.
Zaten olamazdım da. İnsanları geçmişleri inşa eder veya imha eder.
Ben Sphiggo Ragnarok. Açık sözlü
olmak gerekirse küçükken sevimli sayılırdım. En azından hatırladığım kadarıyla gülümseme
yetim vardı. İnsanları iğnelemekten zevk almayacak kadar saftım. Yumuşak kalpli
yumuşak yanaklı sevimli bir velettim.
Ardından ailemi bir kazada
kaybettim.
Şanslıydım, çünkü bir soyluydum.
Kral ve Kraliçe sevgili prenslerinin en yakın arkadaşının acı içinde
debelenmesine izin vermeyecek kadar nazikti. Kimsenin bunu yapacaklarını hayal
edemeyeceği insanlar tarafından evlat edinildim. En iyi dostum artık kardeşim
olmuştu.
Ne yalan söyleyeyim, Drusus bana
karşı her zaman çok iyiydi. Hiçbir zaman ailemin eksikliğini bana
hissettirmedi. Anne ve babası elbette prens olan oğullarına daha çok ilgi
gösteriyordu, sonuçta o kral olacaktı, bunu anlayışla karşılıyordum. Ama onlar
dışındaki herkes bana bir besleme olduğumu fazlasıyla hissettirdi. Sarayın her
köşesinde kendimle ilgili fısıltılar bulabiliyordum. Neden onları umursadım
bilmiyorum. Hiçbir şey bir çocuğun aklını tam anlamıyla açıklamak için yeterli
olamaz.
Büyüdükçe birbirimizden keskin çizgilerle
ayrıldık. Onun nazik gülümsemesi yüzünden asla silinmedi, bense sürekli
somurttum. O, bir teşekkürü bile hayatı boyunca hak etmemiş insanlara
iltifatlar ederken; ben, her gördüğümü iğneleyip yerin dibine geçirdim. Genç
kızlar onun etrafında ışık bulmuş sinekler gibi dört dönerken, ben bakışlarıma
rağmen yanıma yaklaşabilecek kadar cesur olanları kendimden uzaklaştırmak için
elimden geleni yaptım. Her konuda ondan iyi olmama rağmen davranışlarım
yüzünden asla takdir edilmedim. Susabildiğim sürece sustum, konuşabileceğimden
çok konuştum. Nefretimi nefes alan her insanla tanıştırdım ama ondan bir türlü kurtulamadım.
Sonunda istediğim gibi ikiyüzlü insanları kendimden uzaklaştırmayı başardım.
Drusus tek dostumdu, oysa ben onun tek dostu değildim. Ama onu kıskanmayacak
kadar kibirliydim.
Konu geçmişten kalan anılarımıza
gelince, bilinçaltı o kadar olasılık dışı bir etmen gibi gelir ki onun asla
gerçeklerin önüne geçebileceğine ihtimal vermeyiz. Oysaki bizim anı adı altında hatırladığımız neredeyse
her şey bizim gözlerimizle görüp beynimizle yargılayıp bundan zevk almayı veya
nefret etmeyi seçtiğimiz yaşam parçalarıdır.
Geçmişi canlı tutmanın yolu onu
hatırlamaktır. Hatırlamak için kayıt tutmak gerekir. İnsanların beyni geçmişi her
zaman canlı tutabilecek kadar dinç olamaz. Bu satırları bu yüzden yazıyorum. Biliyorum,
ispatlayabileceğim tek an şu an yaşadığım andır. Ancak bu geçmiş hakkındaki
düşüncelerimi bilinçaltım daha çok manipüle etmeden önce kaydetme ve kendime
kanıtlama hakkımı geçersiz kılmaz.
Engin topluluğumuzun bilgin
kütüphanecileri gerçeklerin sadece tarih kitaplarında yazılı olduğunu
söylerler. Bana kalırsa gerçekler bir insanın algılayabileceği kadar taraflı
değildir. İnsan her şeyi kendine göre yorumlar; gerçeklere yalanları
ekleyip, doğruları çıkarır. Zaman gerçeklerin tek şahididir. Ancak kimse onunla
konuşamaz, kimse onu anlayamaz veya yönetemez.
Drusus Amigart. Tüm davranışları o lanet güne kadar mükemmel olan ve tek
bir tökezlemeyle hain ilan edilen soylu adam.
Ve kahraman Sphiggo Ragnarok.
Ölen birine bile bir gülümseme bile bahşedemeyecek kadar kaba bir adam.
Hayatım boyunca yaptığım tek doğru
seçim benden güneşle bile yarışacak parlaklıkta bir kahraman yarattı. Tek
yaptığımsa o dövüşü kazanmaktı.
Çünkü kaybedenler tarih kitapları
tarafından daima hain ilan edilir. Bunu bazen halk ister, bazen de kazanan kötü
adam. Ama istisnasız her zaman bu
böyle olur.
Ben kendi zihnimin içerisinde her
zaman kötü adam olarak kalacağım, kardeşini karşısına alan bir adam, adaleti
sağlayan gaddar bir adam, kibirli bir adam, şanslı bir adam…
Katil.
Beynim onun için sahip olduğum her
şeyi gözden çıkarabileceğimi söylerken ben onun karşısında sadece kılıcımı
kınından çıkarmakla yetindim.
Affedilebilecekmişim gibi
hissetmiyorum. Bu yükün, bu yalanların altında eziliyorum. Ben kahraman
değilim, asla olmadım, olamam bile. O son ve en büyük hatasına rağmen eğer onu
ölümden döndürmenin bir yolu olsaydı, bunu yapardım. Eğer böyle hissediyorsam,
gerçekten adalet ben miydim?
Benim buna hakkım yoktu. Benim
gibi ölü ruhlu birinin; bir insanın, hele ki bu insan onun kardeşiyken canına
kıymaya hakkı yoktu. Kendimi adalet olarak addedip bir can almaya hakkım yoktu.
Ben adalet değildim.
Ben; fikirleri senden daha çok
çıkmaza girebilmiş tek kişiydim, Drusus. Senin içinde kopan fırtınalar kıyıya
vurmazken, benim içimde kopan fırtınalar o kadar büyüktü ki onları dışarı
kusmama rağmen bu yeterli olmadı.
Ben asla yeterli olmadım. Asla
senin gibi birinin yanında olmaya layık olmadım.
Senin elinden çıkacak olan savaş
eminim benim sağladığım barıştan daha huzurlu olurdu.
PS: Amigartlar ve Ragnaroklarla sorunum ne hala çözebilmiş değilim. Sorun benim sadistliğim demek isterdim ama hayır, sadece bu da değil. Ortada bir sorun var. Ve ilk kez bu ben değilim.
Uzun arkaya doğru taranmış saçlar konusunda ben de sana katılıyorum.Sanırım bu fikir hep hollywood'un marifeti.
YanıtlaSilHikayeyi yine çok beğendim.^_^
Benim sorunum muhtemelen vampir veya elf kaynaklı.
SilTeşekkür ederim. OvO
Bu arada güneş ay/gümüş altın bölümlerini sırf yazmak için yazmadım aslında birilerini temsil ediyorlar ama... Bilmiyorum bana saçma geliyor da öbür türlü. Açıklamak istedim.